12 Mart 2013 Salı

filiz

Bembeyaz bir yelken,
Ufukta, el sallıyorken sakince,
Üç, beş martı havalandı tepesinden...
Bir patlama sesi geldi, hemen ardından...
Ufaktan dumanlar gözüküyordu,
Kırmızıya çalan gökyüzüne doğru...
Alevlendi yelkenler, ateşten gömlekler gibi,
Sardı, ağır ağır batan geminin gövdesini...
Tam o esnada, kargaşa başladı,
Ayağımın altındaki güvertede...
Islık sesleri yükseldi aniden...
Ayağımın altından çekildi döşeme,
Sendeledim, oturdum yanımdaki koltuğa...
Elimdeki gazete tutuşmuştu...
Salladım söndürdüm gazeteyi,
Uçuşan, ucu kızıl küllerini savurarak...
Şaşkındım elimdeki çakmağa bakarken...
Soramadım kendime niye diye...
Çakmağı fırlattığımda karşı duvara,
Çatlamaya başladı arka duvar da...
Kırıldı yapboz bir tablonun parçaları gibi,
Dökülmeye başladı koltuğumun diğer ucuna...
Sanki biri tutup çekti beni koltuktan uzağa,
Duvarın koltuğu gömdüğü anda...
Vahşi bir kedi karşımdaydı,
Duvarın olduğu yerden, hırlıyordu kiniyle...
Duvarı yıktığım için kızgındı sanki,
Yine de yatıştırdı kendini, ağır ağır uzaklaştı...
Ormanla karşı karşıyaydım, uçsuz, sonsuz orman...
Güneş kayboldu, hava kapandı,
Ben adımımı attığımda duvardan öte...
Yemyeşil tablo, piksel piksel döküldü, sararak...
Bir adım daha attım, dur diyebilmek için...
Patladı gökyüzü, masmavi aydınlık belirdi anlık...
Kuru dallar çatırdıyordu artık, savrula savrula...
Döne, döne... uça uça...
Aleve baktım, kudurmuş, aç alev!
Herşeyi aldı, sinirlendim tekmeledim toprağı...
Toprak savruldu her vuruşumda,
Aklımda cevapsız sorular, karşımda alev...
Benim her vuruşumda biraz daha kazındı toprak...
Ayakkabım yırtıldı, vurmaya devam ettim...
Cam kırığı denk geldi o sırada, saplandı parmağıma...
Bıraktım tekmelemeyi, feryadımla beraber yığıldım oracıkta...
Çıkardım camı, fırlatıp attım alevlere...
Akıyordu kan toprağa, usul usul, sıcak sıcak...
Durdurdum kanamayı, feda ettiğim pantalonumdan bir parçayla...
Gözlerim yaşlı, feryatlar içinde yanan ormanı izledim...
Yok oldu her saniye, ben orada bekledikçe...
Kaşınmaya başladı parmağım az sonra...
Açtım sardığım yarayı, hala kanıyordu...
Yanımdaki dala uzandım, bir ucu kor olmuş,
Usulca yanıyordu, ben izlerken koru,
Büyüyüp küçülüyordu kızıllar,
Rüzgarın esişiyle dalgalanıyordu ucunda...
Kırdım sağlam kalan yanını, sopanın, dişlerimin arasına koydum...
Bastırdım koru, yaramın üstüne,
Aman tanrım nasıl bir acıydı o, gözlerim boşandı,
Dişlerim saplandı ağzımdaki tahtaya...
Fırlattım attım sopayı tekrar alevlerin arasına...
Toprak dönmeye başladı, çekildim aşağıya...
Hava karardı aniden, hissizleştim...
Gözlerim karanlık ama ışıl ışıl bir yerde açıldı tekrar...
Kapkaranlık ama ateşten nehirlerle dolu bir dünya...
Ağ gibi her yeri kaplamışlar... Akıyorlar, fışkırıyorlar, dökülüyorlar...
Ahenkle dans eden ateş, kor ve lavlar... Binbir çeşit ateş rengi...
Mavi, yeşil, sarı, kırmızı, hatta mor! Beyaz var aralarda...
Ne güzel bir dünya... Alevden bir aslan geçti, ufuktan,
Aniden durdu sanki beni görüp, selam verir gibi boynunu eğerek...
Devam etti yoluna... Peşi sıra kuşlar gördüm alevden,
Anka kuşuydu belki de, gördüğüm o muhteşem kuyruklu olan...
Yavrular oynaşıyordu yerde, belliydi yavru oldukları,
Ama neydi cinsleri, seçemedim uzaktan, sincap da olabilirlerdi...
Atları gördüm alevden, boynuzu tüten atlar...
Sonra uzaklarda çok uzaklarda parıltılar kaybolmaya başladı,
Bana doğru hızlandı, alevlerin sönüşleri... Birşey yutuyordu hepsini...
İyice yaklaşınca duydum gürleyen sesini...
Denizlerin, okyanusların kendisi,
Atalarımızın, bizim, diğer parçamız...
Suydu bu sefer, yok eden, selefi gibi, avını hırçınca yutan...
Ayağıma değdi zifir karanlıkta, öfkemin tam doruğunda...
Çıldırmıştım yine, yine kaybettim diye...
Az sonra diğer ayağıma değdi, o an yüzüm güldü tekrar,
Rahatlamanın hazzı ile sarhoş oldum,
Yanan parmağıma değen serin suyun hazzı...
Bıraktım yükselen suyun içine kendimi...
Daldırdım kafamı, derinlere, açtım cesaretle gözlerimi...
Gün ışığını gördüm, yüzdüm geri suyun yüzeyine...
Ufuktaki yelkenleri gördüm yine, el sallıyorlardı sanki...
Beni görmüştü sonunda, çırpınışımı duymuştu,
Çevirmişti rotasını bana doğru,
Kurtarmaya geliyordu, yeni bir şansım daha olsun diye...
Hiçliğin içinden çıkabilmem için...
Nasıl bakıyorsam, sahip olduğuma, sahip olmadığıma,
Nasıl yer değiştiriyorsa, sahip olduğum, olmadığımla,
Nasıl değişemiyorsa bakışım, fikirim; içinde bulunduğum duruma...
Tekrar denemem için hiçliği, bolluğa çevirmeyi...
Hem de tek bir bakışla, yada tek bir fikirle...
Nasıl diye sormadım, farketmeye başladım...
Umudumu üflediğimde ilerleyen yelkenler,
Yersiz ümitsizliğimle yaktığım yelkenler,
Geliyorlardı bana, güverteye çıkabileyim diye tekrar,
Yelken açabileyim diye yeni ufaklara...

Anlıyorum...

1 Mayıs 2012 Salı

Ölümsüzler


Biz ölümsüzleriz,
Milyonlarcayız,
Acı çekeriz ama,
Asla ölmeyiz...

Lavların aktığı bir nehir vardı önümüzde,
Binlercemiz dizilmişiz kıyısına...
Herkes gözlerini dikmiş,
Nehre bakıyor...
Ölmeyeceğini bildiği halde,
Atlayıp karşıya geçemiyor kimse...
Acıyacak, çok yakacak ama,
Yine de ölmeyecek hiçbiri...
Bekledim ben de aralarında,
Yüzlerine bakıyorum,
Anlamaya çalışıyorum niye diye...
Ölmeyeceğiz diyorlar yüzleriyle,
Gözleriyle ise bahaneler...
Hepsi de aynı aslında,
Acının korkusu...
Uyuşturucu gibi, oyalıyor beni de...
Biri atlasa diyorum,
Bir an bile beklemeyeceğim,
Peşinden gideceğim...
Atlayan yok...
Karşıya baktım,
Orda da birşey yok,
Ama durmanın da manası yok,
Ölümsüzüm,
Kalırsam burda,
Sonsuza kadar sürecek...
İlerlemem gerek,
Ne var bilmem gerek...
Ansızın bıraktım kendimi,
Ateşten dalgaların içine...
Aman tanrım nasıl bir acı!
Nefes alamıyorum,
Kulaçlarımı kaldıramıyorum,
Ayaklarımı çırpamıyorum,
Yanıyorum...
Zorluyorum kendimi,
İlerledim yavaştan...
Öyle yavaş ki,
Yıllarım geçecek sanki...
Etrafıma baktım zoraki,
Beni görünce atlarlar sanmıştım...
Kimse yok, bir kaç kişi gülüyor,
Diğerlerinin umurunda bile değilim...
Baştan aşağı acıyla, aptal gibi hissediyorum...
Öfkem yardım ediyor, hızlandım...
Elim toprağa değdi sonunda,
Fırlayıp çıktım karaya...
Derin bir nefes aldım,
Buz gibi, acısız...
Hayatımın en güzel nefesi...
Dinleniyorum, serin toprağa oturup...
Arkama baktım ansızın,
Kimse bana bakmıyor...
Umursamıyorlar güya,
Aptalmışım gibi,
Ama her hallerinden belli,
Yapamadıklarını yaptım,
Ölümsüzğün,
Karanlık kıyısından kaçtım...
Hala ölümsüzüm, ama beklemeyeceğim...
Yoluma döndüm,
Ufukta hiçbir şey yok...
Koşmaya başladım,
Serin havada, bütün huzurumla...
Saatlerce koştum, tüm gücümle...
Ufukta bir dizi insan,
Bekliyorlar yine...
Yanlarına geldim,
Önlerinde uzanan,
Issız araziye baktım,
Bucaksız arazi...
Ne var ki burda diye sordum,
Mayın tarlasıymış...
Bir dakika beklemedim,
Gelirler mi diye düşünmedim...
Tüm gücümle fırladım...
Daha dört adım atmamıştım,
Sol bacağımda keskin bir acı...
Kulaklarım çınlıyor,
Tozdan nefes alamıyorum...
Bütün uzuvlarım savruluyor,
Sanki bana ait değilmiş gibi...
Yapıştım yere aniden...
Toplandım, temiz bir soluk aldım,
Tekrar koştum, acıya rağmen...
Çıtırtıyı duydum,
Durmadım bile,
Yine o acı,
Yine uçuyorum...
Koşarken,
Bütün mayınları patlatmış olabilirim,
Acı, toz, savrulma,
Yönümü bile kaybetmiş olabilirim...
Koştum, patladım...
Koştum, patladım...
Sonun da bitti,
Koşuyorum ama acı yok...
Durdum,
Temiz, acısız hava...
Tadını çıkardım biraz...
Arkama bakmadım bu sefer...
Ufuktaydı gözüm,
Bir şey görünüyordu bu sefer,
Ufaktan bir mavilik,
Ne olduğunu çözemedim,
Koşmaya başladım...
Günlerce koştum,
Acıyordu her yanım,
Yorgunluktan...
Durdum nefes almak için,
Tam o anda,
Bir ıslık duydum...
Kafamı çevirmeden,
Metal, çeneme çarptı...
Başımın ardından,
Tüm vücüdum savruldu dönerek,
İki metre öteye...
Yere yapışmıştım,
Suratımda ölümüne bir acıyla...
Ağzım da kumun tadı...
Öylece yatıyorudum...
Hafif doğruldum,
Kafamda bir ağırlık,
Elimde süngülü bir tüfek...
Çukura düşmüştüm,
Sesleri duymaya başladığımda,
Farkettim siperde olduğumu,
Kafamda miğferimle...
Etrafımda yüzlerce asker,
Ateş ediyorlar karşı sipere...
Tüfeği doğrulttum düşmana,
İlk atışımla,
Vurdum birini kafasından...
Düştü siperin içine,
Geri kalktı, hedefinde ben vardım...
O an anladım,
Ölümsüzlerle savaştığımızı,
Ölümsüzün, ölümsüzle savaşı...
Gereksiz, sonu olmayan,
Korkak bir savaşın ortasındaydım...
Kimse siperlerinden çıkamıyor,
Devam edemiyor koşusuna...
Fırlattım tüfeğimi,
Çıkardım üniformamı...
Zıpladım siperden,
Koşmaya başladım karşıya...
Önce birkaçı gördü düşmanın,
Vücumdumda onlarca kurşun acısı...
Iskalamıyorlardı, yılların uzmanlığı...
Sonra diğerleri gördü,
Onlarca, yüzlerce, binlerce,
Ateş hattının ortasındaydım,
Kara bulut gibi yağıyordu...
Acıdan diz çöktüm yere,
Daha yarısındaydım oysa...
Kafama, vucuduma çarpan şarapneller,
Geri itiyordu beni...
Acı umrumda değildi ama,
Gücüm yetmiyordu ilerlemeye...
Geçemeyeceğimi düşündüm,
Geri dönecektim tam,
Çıktığım siperden ateşe başladılar...
Ansızın sıkışıp kaldım,
Bu iki siperin arasında...
Yüzlercesi gördü beni,
Hepsinin hedefi bendim artık,
Ayağa kalktım,
Milyonlarca şarapnelin arasında,
Arafta...
Benim siperim, beni vuruyordu ama,
Bana güç veriyordu...
Geri itemiyordu artık karşı siper...
Koşmaya başladım, binlerce acımla,
Ardı ardına binen acılarlar...
Sonunda ulaştım,
Tüm gücümle gerildim,
Zıpladım, siperin üstünden...
Altımda ki çaresizliği gördüm,
Sipere sıkışıp kalmışlığı...
Aştım siperi, ulaştım ıssıza...
Bitmişti,
Durmuştu acı...
Kimse görmüyordu artık beni...
Ufuğa baktım, mavi daha da büyümüştü...
Az ötemde ufak bir birikinti vardı,
Hemen eğildim başına,
Elimi yüzümü yıkadım,
O an gördüm,
Dalgalanan suyun üstünde yüzümü,
Sakallarım vardı,
Hem de beyazlamışlardı...
Ölümsüzdüm hala ama,
Büyüyordum,
Ölümlü bir ölümsüz yolunda...
Aniden aklıma nehrin kıyısı geldi,
Karanlığa mahkum binlerce ölümsüz...
Dünya ölümlü,
Atmosfer,
Güneş,
Yıldızlar...
Hepsi ölümlü...
Bunlar gittiğinde,
Boşlukta,
Sonsuzda,
Var olacak olan ölümsüzler...
Karanlığın,
Nefes alamayışın sonsuz köleleri...
Doğruldum,
Ufuğa, maviye baktım,
Ulaşamamıştım daha,
Ulaşamayacaktım belki de...
Sonra yoluma baktım,
Timsahlı bir bataklık,
Gülümsedim,
'Ölümsüzün ölümlülüğüne!'
Koştum timsalara...

26 Nisan 2012 Perşembe

O ve An

Bir akrep hayal et,
Öyle et ki, en zehirlinin,
Milyon katı zehirde...
Sokarsa kurtulman imkansız...
Daha da kötüsü hemen yanında,
Belki bulüzunun altında,
Belki pantalonunda,
Belki yatağında...
En korktuğun yerde...
Sessizliğini düşün,
Saldıracağı anı sabırsızlıkla beklediğini,
Bunu bilmeyişini düşün,
İğnesini sessiz ama çılgınca titrettiğini...
Yavaşça kasıldığını...
Senin kim olduğunu,
Ne kadar meşgul olduğunu,
Duygularını, acılarını,
Zerre kadar umursamadan,
Vuracağı anı bekleyen tetikçiyi düşün...
Belki parası ödenmiştir,
Belki sadece bir canidir...
Sen acele ederken randevuna,
Bin bir dert, bin bir tasa...
Balkondan izleyen bir haini...
Tam gözüne nişan alan,
Parmağı yavaşça kasılan...
Kimlerin yüreğini parçalayacağını,
Seni kimlerden koparacağını,
Zerre kadar umursamayan,
Bir yamyamı düşün,
Elinde mızrağı,
Ağacın tepesinde seni beklediğini...
Onun için sadece yemek olduğunu,
Sana ait her parçayı sahiplenip,
Açlığı için kullanacağını...
Düşün, düşün, düşün...
Hangisinin önemli olduğuna karar ver;
Ölüyor olman mı,
Yoksa saniyenin onda birinde,
Bir kaç kimyasal uyarının,
Hayatını hiç etmesi mi...
Eğer kabussa bu, elbet,
Sorgulayabilirsin uyandığında,
Ter içinde...
Gerçekten oldu mu diye...
Gerçekten olsaydı şayet,
Ve fırsatın olsaydı saldırdığında,
O anı düşünebilecek kadar...
Ensende ki kasılmayı hisset,
Renginin atışını...
Her şeyin bitiyor oluşunu...
Aniden düşün hayatını,
Film kareleri, yada şeritleri...
Diğerlerini düşün...
Bütün hayatın üç saniyede...
Hayatın bilmem kaç yılını,
Üç saniyeye sığdıracak kadar anlamsız,
Yaşayamadığın bilmem kaç yılı,
Anında yok edebilecek kadar anlamlı,
Bu saldırıyı düşün...
Yumruğunu sık ve vurmaya başla,
Bıçağını çıkar ve kes...
Baltala,
Ateş et, defalarca...
Ağzı, burnu, iğnesi, bacağı...
Sündür tüm gücünle,
Gerildiği yerden vur bıçağı...
Parçala...
Kopar...
Isır...
Çatır çatır ye...
Kalanı için,
Bir örs bul ve çekiçle,
Hem de tüm gücünle!
Çatırtıları, fışkırmaları duy,
Metali duy,
Metalin metale vuruşunu...
İşin bittiğinde O'na ait,
Hiçbir parça kuru kalmasın...
Islak ve cıvık...
Kabusundan uyandığında yine,
Sor kendine terlemiş halde,
Gerçekten oldu mu bu diye...
Hangisinin önemli olduğuna karar ver,
Bir cani olup,
Hem O'nu,
Hem kendini,
Bir anın,
Bir kararın,
Bir kaç kimyasalın,
Etkisiyle hiç ettiğin mi,
Yoksa öfkeni kustuğunmu...
Şimdi bırak düşünmeyi,
Ve anla,
Sadece ölümün değil,
Her anın,
Sadece andan ibaret olduğunu...
Birinin kararı,
Birinin kimyasalları,
Bir şey,
Saniye,
Onda biri,
Oldu,
Bitti,
Her şey,
Hiç bir şey...
İşte bunun adı hayat,
Ve hayat der ki;
Sonu gelene kadar,
Sadece anlardan ibaret,
Ve sonun gelene kadar,
Sadece anlardan ibaretsin...



Anlıyor musun?


23 Nisan 2012 Pazartesi

Kiraz Çiçeği

Rüzgar okşardı beni,
Çok küçüktüm...
Titrerdim,
Serin olurdu damlalar...
Büyüdüm,
Yeşildim kiraz ağacında,
Yapraktım daha...
Bir hiçtim, bir renktim...
Önce sarardım,
Sonra savurdu,
Çocukluğumun neşesi,
Hırçın rüzgar...
Toprağa uzandım öylece,
Sessizdi, ıslaktı...
Yavaş yavaş toprak oldum,
Annemin ayaklarının dibinde...
Bırakmadı o beni,
Taşıdı dallarına,
Bir şans daha verdi bana...
Bahar geldi, sıram geldi,
Açtım, pembeydim, beyazdım,
Kiraz çiceğiydim artık...
Yaz geldi,
Koyukırmızı bir kiraz oldum,
Bir amca bildi değerimi,
Uzandı aldı beni,
Bıraktı ufacık bir avuca...
Tatlı bir kız çocuğu...
Eridim ağzında,
Mutluydum,
Çünkü son gördüğüm,
Islak bir tebessümdü...
Hikayem bitiyor sanmıştım,
Karanlığın içinde,
Bir hiç olacağımı...
Aniden açıldı gözlerim,
Küçük kızın ta kendisiydim...
Biriydim,
Buz mavisi gözlerinin...
Sonbaharda görebildim ancak annemi...
Solmuştu,
Hüzünlendim...
Terk ettim yuvamı, kirazlığı,
Küçük kızla beraber...
Onunla büyüdüm,
Aşkını gördüğünde parlayan ben oldum,
Üzüldüğünde ıslanan da ben...
Dünyayı gördüm,
Küçük kızın gözlerinden,
Büyüdü,
Farklı gördüm dünyayı,
Büyük kızın gözünden...
Yalvardım,
Anlamsız boşandım damla damla,
Beni anneme götür diye...
Anladı bir parçası,
Aniden özledi,
Küçüklüğündeki kiraz bahçesini...
Yaz geldi,
Yola koyuldu,
Gözleri hep ıslaktı,
Sebebiyse bendim...
Yaklaşınca heyecanlandık ikimizde,
O da rüyalarına koşuyordu,
Çünkü kız uyurken,
Ben annemi görüyordum...
Yemyeşil kiraz ağacı...
Tam önümüzde bütün haşmetiyle...
Etrafını kardeşlerim donatmış...
Yüzlerce kırmızı kiraz...
Ne kadar güzelmişiz...
Merhaba anne dedim,
Yapraklarını titretti,
Duydu beni en içten sevinciyle...
Düşündüm, hüzünlendim...
Keşke hiç solmasa kiraz ağaçları,
Keşke hiç kapanmasa bu gözler...
Ama biliyordum,
Her bir son,
Yeni başlangıçlardı...


Anlıyorum...

21 Nisan 2012 Cumartesi

de

Ensesinde ejdarhanın soluğu...
Yürüyordu...
Elleri cebinde...
Cebi ıslak,
Ayakkabısı gibi...
Dikmişler ikisini,
Cebiyle ayakkabısı dikilmiş!
Eli ayakkabısında...
Yürüyordu...
Yapışabilirdi asfalta,
Yapışacaktı...

Işıklara geldi,
Durdu...
En azından cebi durdu,
Ayakkabısı sallanıyordu...
Korkuluk gibi,
Kargasız tarlada...
İki nefes aldı...
Derin... Derin...
Yetmedi,
İki daha aldı
Yaktı...
Kırmızı yandı,
Süründü...
Yeşil yansaydı, kazacaktı
Mavi yansa,
Kim bilir belki de uçacaktı...
Sürünmekten sıkıldı...
Koşmalı!...
Zıpladı...
Ejderhaya çarptı...
Canı çok yandı...
Saçları da...
Canı saçları...
Canısı...
Yıldızlar kadar saçları...

Neden bu kadar... ?

Yine de koştu...
Zıplamadan...
Koştu...
Dakika bitti,
Yangın çıktı...
Ejderha üflüyordu,
Alevsiz zehir...
Komik,
Gülmek imkansız...
Ağzı kulaklarına dikili,
Burnu çenesine...
Alev topuna döndü...
Bir deniz olsaydı...
İç geçirdi...
İçi geçti, içine...
Eridi...
İstediği oldu,
Asfalta yapıştı..
Ejderha, tepesinde,
Bıraktı üflemeyi...
Sadece maviyi görüyordu,
Gökyüzü...
O hala mavi,
Ejderha hala orda...
Gökyüzünün efendisi...
Ağaçlar?
Onlar da eridi...
Kuş?
O mavi...
Bekledi...
Mavi yanmadı,
Yansaydı uçardı...
Mavi yanmaz...
Efendisi ejderha!
Mavi hiç yanmayacaktı,
En iyisi akıp gitmek...
İlerde bir lögar,
Asfalta yapışmış...
Yapışkan...
Akmalı,
Pisliğe karışmalı...
Pislik ona karıştı,
Lögarın efendisi...
Pisliğin efendisi...
Akamadı oraya da,
Akamayacaktı...
Hiç bir zaman...
Sarı yandı...
Alev alev...
Kırmızı oldu!
Sönerse siyah olur!
Sürünmeye devam etti...
Ensesinde ejdarhanın nefesi..
Çıkamadı...
Ordan,
Çıkamazdı...
Geçemezdi de...
Gidemezdi de...
de...
da...


Anlıyor musun?

19 Nisan 2012 Perşembe

bok gibi bir şey...

Boktan bir hayat...

Doğdum! İyi ki doğdum!
Doğdum da bok yedim!

Nefes aldım, ağladım, içtim ve sıçtım...

Gördüm, duydum, kokladım... sıçmaya devam ettim!

Büyüdüm yemeye başladım, algılamaya da...
hiç durmadım hep sıçtım..

Yürümeye başlayınca bile...

Hep teşvik edildim, hep yardım ettiler, gaz verdiler!
Sıçmayı hep başardım!

Kendi kendime sıçmayı öğrendim, kimse tutamadı...

Anlamaya başladım, o benim dedim konuşmaya başlayınca!
benim bokum!!
bana ait ilk ürün!!

Dahası geldi, hep geldi...

bokum geldi, işi gücü bıraktım ürettiğim boku ait olduğu yere yerleştirdim...

Sonra başıma bela oldu! Ne boktan iş bu böyle!! Hadi sıçma da göreyim geldiğinde..

İzlemeye doyamadığım ürünüm,
iğrenç oldu! kaka oldu! ayıp oldu! Böyle, bok gibi birşey oldu...
Zamanla iğrendim, soğuttular, pes ettim;
yıkadım hep boklu ellerimi.
Temizledim elimin bokunu.

Büyüdüm bokumu düşünmüyorum artık, herif oldum, bok bile demiyordum.

Dolaylı yoldan geldiğini belirtiyordum yetiyordu.

İyice büyüdüm...
geldiğini çaktırmak da ayıp oldu, iş karıştı.
Dünyanın en karışık durumu!!

Üretmekten hiç vazgeçmedim, bu işin üstadı oldum,
sıçıyordum ve kimsenin haberi olmuyordu...

Akıllandım, gözlerimi açtım, hayatta bokumdan başka birşeyim yoktu...

Bu boktan dünyada yaptığım adam akıllı tek şey bokumdu...

Anlıyorum....

---------------------------------------------------------------------------------------------
Boktan maceralar...

Bir gün ışıklarda bekliyorum, karşı kaldırımda bok gördüm, selam verdi...
Aman tanrım, bu o!

Görür görmez aşık oldum, böyle nasıl desem;
bir parçam boka kondu sanki..
Sordum soruşturdum 'bu ne ya boka kondu' dedim.
gönülmüş...
öğrendim, amma da boktan şeymiş be ya...



Bıraktım aşk meşk boktan işleri, kendimi sanata verdim,
b
okumsu bokumsu tabloları inceliyorum, ama hiç birini bir boka benzetemiyorum!

Nasıl sanatçı bunlar bir boku bile becerememişler..

Devam ettim incelemeye, bir parıltıdır alıverdi gözümü, hayatımda gördüğüm en göz alıcı boktu!

Hem de en kanatlısından, melek gibi bir bok!!

Sanatçısını aradım;
bokunu yiyeyim dedim, nasıl sıçıyorsun böyle...

Sıkıldım, değişikliği de severim,
hayatımın en büyük değişikliğini yapmaya karar verdim..
Olayın bokunu çıkaracam dedim..

Devrim şart!

Beynimi aldırdım, yerine bokumu koydurdum.
Baya pahalıya patladı...
bok gibi para harcadım,

Olsun..
artık bok kafalıydım.

İlk karşı çıkan burnum oldu; hemen isyan etti, 'sıçıyım senin beynine, amma da kokuyorsun be' diye.

Ama bokum beklediğimden akıllıydı, kafamı aldı duvara vurdu!

Bokum aktı, burnum o gün bu gündür ağzını açmadı! Zaman geçti bokum büyüdü...

Kafam boklaştı...

Kıçım yetmiyormuş gibi ağzımla da sıçmaya başladım.

Torba bağladım, büzdüm, dayanamadım...

Koyverdim..

Aldırdım kafamdan bokumu...

Tertemiz oldum, iyiydi. Ama alıştık ya bir kere tadına..

Bağımlılık bu...

'Tövbe!! Bir daha o yola girmem, değiştim ben'..

Düşündüm; Beynim yerinde kalacak, ama yol bulacam ağzım da bok tadacak..

Gelene geçene ağız açtım, başardım!!

Sıçtılar ağzıma, hemde harbi sıçtılar..
Avuç açtım, ona da sıçtılar..
Millet ne meraklıymış be arkadaş!!

Sıçan sıçana...

Ortalığı bok götürüyor!

Bok gibiydim!!
En azından öyle hissediyordum..

Biri çıktı senden bir bok olmaz dedi!!

Hayda..

Elim yüzüm bok daha ne olsun?

Düşündüm haklıydı olmayacak...

Haklılar...


Oturdum bir hafta, yedim yedim sıçtım!
Tam 65 kilo sıçmışım.
Elimde 65 kilo bok var, ben buyum dedim...

Bok oldum dedim.
İki odamı onlara ayırdım..

Sıçtık, sıçtık da, bunlar da atsan atılmıyor, satsan satılmıyor..
Beş para etmiyor...

Arkadaşım yakalım dedi, bok herif..
Sanki boktan anlıyor..
Sildim attım rehberimden..
Benimde bir bok olacağım yok..

Çağırdım sanatçıyla bizim cerrahı yaptırdım, boktan kopyamı.
Ben bok olamıyorum bari boktan kankam olsun...

Bokumla tanıştım, düşündük taşındık ne yapalım biz diye...

Düşünürken bile sevdim onu;
boktan boktan muhabbetler,
hayatımın anlamını buldum resmen...

Bok musun
birader? Bokum birader...

Zaman geçti, aklıma blog'um geldi.

'Bokum' dedim, ben blog açtıydım bir ara..

İyi bok yemişin dedi, bok attı yazılarıma..

Al dedim, sen yaz..
dök içini..
sen de sıç...

Ben gidecem, kendi bokumda boğulmaya

bokum gelecek,
bokum da benden büyük;

sıçacak tam şuraya, ortalığa...


Bokum bokunu sıçacak arkadaş!!!
Anlıyor MUSUN?

Anlıyorum... Bokum...